Aile yaşamı, bize ilk duygusal dersleri veren okuldur. Kendimizi nasıl göreceğimizi, başkalarının bizim isteklerimize ne şekilde tepki verebileceklerini, umutları, korkuları nasıl anlayıp ifade edebileceğimizi öğreniriz. Kendi değerimizi veya değersizliğimizi, hayata karşı olan güvenimizi veya güvensizliğimizi çok küçük yaşlarda, aile içindeki iletişimden aldığımız derslerle oluştururuz.
Günümüzde pek çok aile, çocukları ergen yaşa geldiklerinde aralarında bir iletişim eksikliği olduğunu fark ederler. Ancak çoğu aile bunun çocuktan ya da dış faktörlerden kaynaklandığını düşünerek çözümü yanlış yerde arar. Oysa iletişim kurma şeklini ya da kuramamayı bebek yaştan itibaren aile öğretmiştir. Çocuklar da bu davranışın geri bildirimini büyüdükçe aileye vermektedir. Örneğin eleştirinin bir iletişim şekli olduğu ailede çocuklar suçlamayı; utandırılan ve yargılanan çocuklar da kendilerini suçlamayı öğrenirler. Olumlu davranışların dile getirildiği ailelerde ise çocuklar takdir etmeyi öğrenirler.
Evin dışında ne olursa olsun, okul, TV programları, arkadaşlar, bir anne babanın sürekli ve tutarlı bir şekilde kullandığı nazik sözler ve diğer iletişim şekillerinin önüne geçemez. Ancak ailede zayıf, yetersiz, olumsuz bir iletişim varsa dış faktörler tabii ki öncelik kazanacaktır. Zaten aile de böyle bir durumu çok geç fark edecektir.
Günümüzde sık rastlanan örnek, anne babalar yoğun iş hayatı veya stresli dönemlerinden dolayı, önce çocuğun bilgisayarla vakit geçirmesini bir avantaj olarak görüyorken, uzun vadede çocuklarının bilgisayar bağımlısı ve içine kapanık olmasına neden olabilmektedir. Bu tip örneklerde, aile içi iletişimin yerini bilgisayar, zararlı alışkanlıkları olan bir arkadaş, öfke veya uyuşturucu alabilmektedir.
Çocuk ve aile arasında üç yönlü bir iletişim vardır. Duygusal, sözel ve dokunsal iletişim. Bebek doğduğu andan itibaren bu üç iletişim şekline de açıktır. Özellikle duygusal ve fiziksel temaslar tahmin edilenden daha fazla çocuğun duygusal kayıtlarına geçer. Çocuklarımızla fiziksel temasta bulunmak, okşamak, sarılmak, öpüşmek her zaman bizim doğal halimiz olmalıdır. Bunun için bir sebep aranmamalıdır. Beden dilimizin sevgiyi ve güveni ifade ediş şekli, kullandığımız sözlü iletişimimiz ile uyum içinde olmalıdır.
Anne babaların bilmeleri gereken şey, ağızlarını her açtıklarında farkında olarak veya olmayarak çocuklarına bir şey öğretiyor olduklarıdır. Çocuğun yanında birbirleriyle veye başka birileriyle, yüz yüze ya da telefonla konuşurken, dünyada olup bitenlerle ilgili yorumlar yaparken çocuk tüm sinyalleri almaktadır. Yani çocuk sürekli iletişimin içindedir. Ailenin kullandığı konuşma şekli ve inanç sistemleri çocuğun bilinçaltında depolanır. En çok tekrarlananlar, çocuklar tarafından bilinçsizce seçilir ve kullanılır.
Sadece ilgilenmiş görünmek için sorulan sorular, söylenen sözler duygu yüklü olmadıkları için bir anlam ifade etmez ve bu da çocuklar tarafından gayet iyi bir şekilde algılanır. Bunu ifade edemese bile hissi yaşar ve tanır. Bu arada ebeveyn iletişim kurduğunu düşünerek kendini kandırır. Ebeveynler ileriki dönemlerde bununla bir sorun olarak yüzleşir; çünkü çocuk aile ile iletişim kurmaktan kaçarak tepki verir.
Çocuklarımızla göz seviyesinde kontak kurarak, dokunarak, duygu yüklü kelimeler kullanarak konuşmak bizim doğal iletişim halimiz olmalı ki sağlıklı ilişkiler kurabilelim. Tabii ki iletişim tek taraflı olmaz. Çocuğumuzu dinlemeyi de bilmeliyiz. Çoğu ebeveyn istediği cevapları almaya odaklanarak çocuklarının ne hissettiklerini, ne anlatmaya çalıştıklarını fark etmez. Onları dinlerken içinde bulundukları duygusal durumu anlayarak, empati kurarak dinlemek için çaba harcamalıyız. Dinlenilmediğini, anlaşılmadığını düşünen çocuklar iletişim kurmak yerine kaçmayı tercih eder. Çoğu zaman aile bu durumu, çocuk kötü bir alışkanlık kazandığında ya da depresyona girdiğinde anlar. Çocukların iletişim kurmaktaki niyeti akıl ya da nasihat almak değildir. Anlaşılmak, desteklenmek ve her durumda sevildiğini bilmektir. Anlamanın ve sevginin en iyi ifade ediliş şekli de çocuğun duygusal durumu göz önüne alınarak onu yüzde yüz dinlemektir.
Unutmamalıyız ki çocuklarımız bizim öğretmenlerimizdir. Aslında çocuklarımızla iyi iletişim kurmaya çalışırken kendimizi değiştiriyor, geliştiriyoruz. Bizi geliştirdikleri için onlara teşekkür etmeliyiz. Teşekkürler minik öğretmenler…
Sevgiyle kalın…
Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu