Geldik gidiyoruz! Dünyada bir gün öleceğini bilerek yaşama çabasında olan tek varlık insan olarak bizler yaşamlarımızın içini nasıl ve neyle dolduruyoruz? Hangi tarihte öleceğimiz, belki kodlarımızda var ve bunu değiştiremeyiz ya da tarih belli değil yaşarken bir şekilde biz belirleyeceğiz bu tarihi. Her iki durumda da bir belirsizlik var, sonuçta bilmiyoruz, bilemiyoruz. O yüzden bu konuda endişelenmenin boşa bir çaba olacağını düşünüyorum. Ama bu süreci nasıl yaşayacağımız konusunda çokça düşünmemiz gerektiğini fazlasıyla önemsiyorum. Ne kadar çok yaşadığımızdan ziyade nasıl yaşadığımız, ne kadar anlamlı ve değerli yaşadığımız konusuna kafa yormak, hepimizin birincil işi olmalı. Mesela kaç kişi çıkıp da “ben kendi hayatımı yaşayabiliyorum” diyebilir? Sen diyebilir misin? istersen cevabını bir kenarda beklet ve yazının sonunda tekrar kendine sor güzel insan 🙂
Birey, belli bir toplum içinde dünyaya gelir, o toplumun kurallarını aşamalı olarak benimser ve o toplumun parçası haline gelir. Buna toplumsallaşma diyoruz. Peki, büyüdüğümüz toplumda doğru bilinen yanlışlar varsa ya da eski zamanda doğru olan, işe yarayan yeniçağda bir işe yaramıyorsa, hatta zarar veriyorsa ve biz sorgulamadan hâlâ o öğretilerle yaşamaya çalışıyorsak gerçekten yaşıyor muyuz? Ya da bir düşünme etkinliği içinde miyiz? Yoksa başkasına ait düşüncelerin miras yiyenleri miyiz? Bir yandan da kendimizi düşünüyor, Tanrı’nın bize verdiği akıl nimetini kullandığımızı mı sanıyoruz? Sence topluma kuru kuru katılan, benzer formlara girip topluma ilişen bireyler mi oluyoruz farkında olmadan? Yoksa topluma yeni bir şeyler katan mı oluyoruz? Kafamızda uçuşan deli soruları bırakıp bizi geliştiren bu soruların peşine düşsek gerçekten düşünmeye başlarız belki de… 🙂
Düşünmek dediğimde, farkındalık ışığında, önyargılardan, geçmişin otomatik kayıtlarından bağımsız, kalıplar dışında, sıfırdan düşünmekten bahsediyorum. şu anda, bilincimim yettiği kadar ama sıfırdan sorgulayarak, yapıcı eleştirel bakışla, bir üst seviyeden yeniden anlamak ve anlamlandırmak için aklımızı kullanmaktan bahsediyorum. Bunun için de yukarıda yazdığım gibi farklı ve geliştiren sorulara, pozitif bir meraka, esnekliğe, cesarete ihtiyacımız var.
Eğer bir gün buradan giderken anlamlı bir hikâyeyi bitirerek gitmek istiyorsak özerk olabilmeyi öğrenmeliyiz. Toplum olarak pek çok kararımıza baktığımızda karar alma mekanizmamız genelde çevre, yani çevreye yenik düşen süper egomuz. Çevremiz istedi diye seçilen meslekler, seçilen eşler; çevre korkusu yüzünden yapılamayanlar, yaşanamayanlar ya da daha iyisini yaşayamayacağını, sınırlarının zaten bu kadar olduğunu kaderci bir rolle kabullenenler… Çevrenin, sistemin dayattığı “to do list” gibi mutlaka yapılması gerekenler listesini tamamlamaya çalışırken istemediği, kendini bulamadığı hikâyeler yazanlar ve bu dünyadan gitme vakti geldiğinde çoktan hikâyenin yazarı olarak imzayı atmayı kabul etmiş insanlar… işte bu insanlar çoğaldıkça ne toplum gelişiyor ne de insan. Anlam, değer, mutluluk sahip olunacak bir sonraki siparişte aranıyor. Kimse kendi hayatını yaşayamıyor, çünkü kendi olamıyor. Ve hiç kimse ya da hiçbir sistem de bize kendimiz olabilme fırsatını sunmayacak. Herkes bunu kendi aklını kullanma cesaretini göstererek yapacak.
“Kendi hayatımı yaşıyor muyum” sorusu, cevaplanması zor bir sorudur 🙂 Çünkü buna iyi bir cevap verebilmek için önce kişinim kendini çok iyi tanıyor olması gerekir. Ve bu da emanet, miras düşünce kalıplarıyla büyüyen insanların en derin yarasıdır. O yara, insanı 40’lı yaşlarına doğru dürtmeye başlar, bu durum karşısında hiçbir şey yapmayan, durumun verdiği rahatsızlığı yok sayan kişiler zamanla alışırlar ve uyuşturulmuş bir şekilde yaşamaya devam ederek kendilerine ait olmayan hikâyelerinin son sayfalarını doldururlar. Oysa o yaranın dürtmesiyle harekete geçen kişiler, sorgulamaya, düşünmeye, kendilerini hatırlamaya başlarlar. Kendilerine yatırım yapıp emek harcar ve sonunda kendi hayatlarını yaşayacakları hikâyelerini yazmaya başlarlar. Ayrıca topluma kuru kuru katılan olmaktan ziyade topluma değer katan birey olmaya geçerler. Akıllarını en üst seviyede kullanma cesaretini göstererek özerk bir yaşam sürerler. Ve işte o beklenmedik ölüm anı geldiğinde bir gün kendi hikâyesinin kaçıncı sayfasında olursa olsun kendisiyle onur duyarak imzasını atabilir.
Yazımızın sonuna geldik 🙂 Yazı boyunca geliştiren, düşündüren pek çok soru sordum ve yorumlarımı yazdım. şimdi yorumlar bana kalsın 🙂 Siz sorulara kendi cevaplarınız verin, o cevaplar da sizi, sizin hikâyenize götürecek yolu bulacaktır… 🙂
Sevgi ve sağlıkla ilerleyin…
Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu